IMAGINE
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Lee Yoon Ah

3 posters

Aşağa gitmek

Lee Yoon Ah Empty Lee Yoon Ah

Mesaj tarafından Lee Yoon Ah Cuma Eyl. 14, 2012 4:41 am



Lee, Yoon Ah


ANYANG SANAT LİSESİ ÖĞRENCİSİ BAŞVURU FORMU

SINIF :: (III.)
YURT :: ('Evet')
KARAKTERİNİZİN SANATSAL YETENEĞİ :: Ses + Dans
MODEL :: Suzy Bae (Miss A)
KARAKTERİNİZİN KİŞİLİĞİ ::İnanılmaz bir beyin! Kafasında ilginç bir beyin taşır[!] Yaşıtları ile aynı değildir. Ayrıca, Yoonah daha belirsiz bir kişiliğe sahiptir. Bu gibi duyulandan çok daha karmaşık, öyle bir kız için. Nitelikleri açıklanamayacak derecede olur çoğu zaman. Bir çizgi film karakterinin yüz ifadesini bazen nasıl anlayamıyorsanız, onu da anlamanız imkânsızlaşır. Bir çok kız arasında ilk göze çarpan özelliği onun enerjik olmasıdır. Kız çok etkin, çok enerjili. Onun için, boş durmaktan nefret eder. Boş durmak yoktur onun kitabında. Her zaman aktif, woh! Ayrıca, Yoonah spor yaparak zaman harcamayı çok sever. Uyku mu dedin, o da ne? Uykusunda bile boş değil, ya rüya görüyor, ya geziyor [o bir uyurgezer!] ya da konuşup gördüğü rüyayı çevresindekilere de hissettiriyor ister istemez. Yani uykusunda bile hem konuşup hem gezebiliyor. [Not: Çoğu düşünceleri hakkındaki sırlarını onu sarhoş ederek ya da uyutarak öğrenebilirsiniz. *__*] Hasta olsa bile oyalanacak bir şey mutlaka bulur kendine. O gerçek bir elektrik pilidir. Çevresindekiler bu yüzden onun gayet yorucu olduğunu düşünebilir. Onlar kesinlikle nedenlerini öne sürüyor Yoon’a göre, sadece küçük işe yaramaz birkaç neden. Hayal gücünden iyi şarj mı olur? Ve bunu düşünen biri için yorgunluk diye bir şey kalır mı[!] Yoonah eğlencenin olmadığı ortamlarda bile yeni bir şeyler icat edebilir. Heyecan, tüm yönlerinde hareket etmeye başlar. Bu özellik de onun yazıları için çok yardımcı olur. Aslında, o hikâyeler yaratmayı seviyor. Özellikle korku hikayeleri… Başkalarına hikâyeler anlatmayı da sever, yine özellikle korku hikâyeleri anlatıp onları korkutmayı… Günlüğünde sakladığı hikâyeler, onun en sevgili dostlarıdır. Bazı ödevlerinde de ilham için ona yardımcı olur bu alışkanlığı. Görsel ve işitsel hafızası çok kuvvetlidir. Gördüğünü ve duyduğunu adeta beynine nakşeder. Daime mükemmel fikirleri vardır, her konuda. Herkesin bilmediği güzel sesiyle şarkılar söylemeyi de sever. Sık sık göstermez, duyurmaz kimseye sesini… Koreli piyano çalmayı da bilir. Müzikle ilkokul çağından beri ilgilenen biridir. Gerçekte, mükemmel seviyesine ulaşmışken sporun, buna da vakit ayırmıştır. Sporla da çocukluktan beri uğraşan Yoon, sporun harika bir disipline edici özelliğe sahip olduğunu düşünür.

Neredeyse tüm eylemleri erkek gibi bu kızın[!!] Karşısındaki kişiye hissettiğini gizlemez, açıktır, dobradır. Zaman zaman çekingen olsa dahi. Farklı derslerde farklı öğretmenlere akla gelmeyecek sorular yöneltir. Bu kişilik çoğu öğretmeni şaşırtmıştır. Yoon’un beyninde farklı bir şeyler olduğunu neredeyse her öğretmen sezmiştir. [O bu özelliği nedeniyle ilkokulu da hemen her senesinde okul değiştirerek geçirdi.]Nedenini kavrayamadığı bir biçimde öğretmenleri okullarında onu barındırmak istememişti küçükken. Öğrencilere ne gibi bir kötülüğü dokunmuştu ki? [Söyleyelim, çevresindeki öğrenciler onun performansı karşısında kendini … hissediyorlardı.] Aslında bu kız zavallı bir kekeme değil, fakat…. Aşk başa vurursa… [aşkın ne demek olduğunu henüz bilmiyor, ciddi(!)] Sonra... var o kötü bir kekeme olmak. Kalbinde oluşturduğu ünlü prense[!] karşı duyduğu bir güven eksikliğinden dolayı olabilir. Ünlü çocuk! Ünlü prens! Ama gizli ... Tssst! Bu yüzden o susmayı tercih eder. Aslında, her zaman değil tabi... Hiii hi! Yoon bir şeye kızdığında öfkesini tutamaz, aniden parlar. Bu anlarında kimse [bilinmez, (bazı) kişi(ler) hariç!] ona hakim olamaz. Mücadele etmek onun damarında vardır. Kimse ile savaşmak ya da kavga etmek için tereddüt etmez. Kız ya da erkek. Her kim olursa olsun[!] Büyük hayal gücü... Yine maddi güç ile… Anlaşılmamakta bu hisler, gözü kapalı olanlar tarafından. Bir avantaj. Ek olarak, bu kız bir keçi gibi inatçıdır. Katır gibi mi demeli! .O

Pişirmeyi, yemek yapmayı da çok sever, özellikle Kore yemeklerini. Aslında bu hayatta o pek çok şeyden aynı anda hoşlanabilir, ama tabiî ki öncelik sırasına göre. Ve eğer bir sıralama yapmak gerekirse şüphesiz ön planda UzakDoğu Sporları yer alır. O her alanda sporu sever aslında. Dans, Tekvando, kick-box ve daha da fazlası. Müzikle çocukluğundan beri ilgilenen Yoon özellikle Piyano çalmayı çok seviyor. Bu özelliğini genelde pek fazla insan bilmez. Ve diğer sporlara nazaran Tekvando ile daha çok ilgilenmiştir ve hala da ilgilenmektedir. Ayrıca, Yoon hiçbir dünya endişesine takılmadan bir kitabı okumakta saatlerini geçirebilir. Bunun farkında olmaz o an. Bu his çoğu zaman bir piyano önündeyken de oluşur onun ruhunda. Yalnızlığı da sever zaman zaman. Evet, hayal etmek için... Düşünce hissi, isteği ne zaman onu sarsa dona kalır, belki bir pencere ve rüzgar yeterli olur.. Ve bu saatler sürebilir. Bu doğanın büyük aşkı! Ancak, o sürüngenler ve bazı yapışan böceklerden nefret eder. Aslında kim nefret etmez ki[!], onun fikri. Kız boşluktan çok korkar ayrıca, boş kalmaktan ve boşluk oluşturacak herhangi bir şeyden.
KARAKTERİNİZİN AİLESİ ve GEÇMİŞİ:: Lee Yoon Ah 6 Aralık tarihinde Güney Kore’nin başkenti Pusan şehrinde Lee Dae Hyun ve Kyong Eun Jin [Lee] kızı olarak dünyaya geldi, ilkokulunu Pusan şehrinde tamamladıktan sonra ailesiyle beraber Seoul'a taşındı. Ev ortamında Korece ana dilini kullanan Yoon ilkokuldan itibaren İngilizce de konuşmaya başladı. Ama bu kızın şimdi sadece bir amcası, annesi ve erkek kardeşinden başka kimsesi olmamakta. O ailede ilk dünyaya gelen çocuktur ve Lee Chung-Ho adında kendinden bir yaş küçük bir de erkek kardeşi bulunmakta. Babası öldü. O öldüğünde Yoonah sadece dört yaşındaydı, erkek kardeşi ise bir yaşındaydı. Her ne kadar babası Yoonah çok küçükken ölmüş olsa dahi, Yoonah hafızasında babasına dair iyi anılar barındırmıştı hep. Aklında kalan cömert ve centilmen bir adam olmuştu. Annesine onun hakkında bir çok kez soru yöneltmişti Yoon, annesi onun iyi bir adam olduğunu söylemişti tabii ki, fakat daima en aptal şahsiyet olarak da vurgulamaktan geri durmamıştı. Amcası Chil-Woo ona babası hakkında annesinden daha fazla şey anlatmıştı. Eun Jin [Annesi] nefret ettiğiyle mi evlendi? Kesinlikle hayır. Garson kadın [çünkü profesyonelliği bu konuda] ancak onu çok sevmiş ve severek evlenmişti. Aniden ölüp gitmişti babası ve yokluğu hala zor geliyordu onlara. O nedenle daha az ağrı oluşturmak için [beyninde], kötü taraflarını hatırlamayı tercih ediyordu annesi. Bu işliyor mu peki? Daha fazla veya daha az.

Kızı ve oğlu ona doğru bir davranış tutumu sergilemeye çalışıyorlardı şimdilerde. [kesinlikle Eun’ın kardeşi Chung Ho da]. Onları iki yük olarak görüyordu. Bu hayatında ona erken bir zorluk olarak gelmişti kim bilir. Daha öncelerde bir çocuk gibi dilediği kadar eğlenebilirdi. Fakat şimdi… Kaç kere Yoonah onu gördü bu haliyle! Bu acı da neyin nesi? Aksi bir kadın halini almış olsa da aslında yine de içinde şenliklerden kırıntılar kalmıştır, biliyor, Yoon buna emin. Kızını dikkate almaz... gibi gösterse de alıyor, Yoon bunu biliyor. Sürekli kullanılan o sigara paketlerinden her gün birkaç tane tükeniyor annesi sayesinde. Hayır, annesininki böyle bir ahlaksız yaşam değil. Aslında hemen hemen ... Aslında annesi böyle biri değil. Ve Yoon için Tanrı’dan iki güzel hediye amcası ve erkek kardeşi.

ROL OYUNU ::
    Bir çift çekik göz karşısında dururken, yutkunmaktan başka bir çaresi kalmadığında, dili de tutulmuştu ayrıca. Üzerinden bir an önce kalkmış olması için nelerini vermezdi ki. Aklına bundan ötesi gelmiyordu. Bundan başka ne gibi tuhaf bir şeyle karşılaşabilirdi bilmiyordu. Herhalde bundan kötüsü olamazdı. Tek kelimeyle, bu imkânsızdı. Bu manzaraya ortak olan arkadaşının da eve teşrif etmesi, aslında bundan da kötü bir olay olabileceğini kanıtlamış oldu ona. İçinden küfretti. *Tanrım, neden ben?* "Koreli partisi ha!" “Ne? Ha? Ne zaman? Nasıl? Nerde?” Şaşkınlıktan ne dediğinin bile farkında değildi. Tek bildiği kalbinin inanılmaz bir hızla attığı ve sanki göğsünden kopup taşacakmış gibi olduğuydu. Şu lanet herif ne zaman üzerinden kalkmayı düşünüyordu, kim bilir. Tam hamle yapıp iri vücudu kendi üzerinden uzaklaştırmaya çalışacakken, Akira Jun aklına yeni gelmiş gibi yerinden sakin sakin doğrulmuştu. *Nasıl bu kadar…* Anitchka bu arada ona gerçek Akira Jun olup olmadığını sorduğunda Young Ji arkadaşının araştırmalarında kendisi hızlı davrandığını anlamıştı. Buraya geliş sebebini de. Ona yardım için gelen arkadaşını bu vaziyette karşılamak en son isteyeceği şeydi. Bu anı tekrar tekrar düşündükçe tüyleri ürperiyordu. Yere düştüğünde dağılan saçlarını düzeltti iki eliyle. Akira Anitchka’ya cevap verirken bir yandan Young Ji’ye dönmüş, Yo ise bunu geç de olsa fark etmesi uzun sürmemişti. Korece ona iyi olup olmadığını soran Jun’a şaşkınca gözlerini kaydırmaktan başka bir şey yapamadı.

    “Sizi böyle karşıladığımız için üzgünüz. Sanırım pek iyi bir görüntü olmadı.” Young Ji ikinci bir şok ifadesi yapıştırdı yüzüne. Ne olduğunu ya da ne diyeceğini tam kestirememiş gibi bir tavır takındı. Gerçekten de anlamamıştı ne olduğunu çünkü. Ya da bu en az kendi kadar deli olduğunu iddia ettiği çocuğun ne tilkiler dolaştığını kafasında. Artık onun da deliliği tescillenmek üzereydi çünkü. Jun Lee’nin suratı sanki bir şeyleri gizleyen ufak çocuklar gibi yapmacık bir hal almıştı. “Lütfen hayatım… Bayan böyle rahatça girdiğine göre pek yabancı biri değil. İlişkimizi saklamamıza gerek yok.” “Anio! Anio! Çamşimenyaa! Tangshinın bo goil nimnigga? HAA?”* “O günkü trajikomik olay bizi birbirimize epey yakınlaştırdı. Nasıl başladığını inanın ben de anlamadım. Belki de tüm talihsizliklerin en güzel sonucu belki de buydu.” *Seni adi, yalancı pislik! Bütün bunlar da ne demek oluyor şimdi!* Young Ji tam anlamıyla tıkanmıştı. Gıkını çıkaramaz hale gelen dudakları iyice büzüşmüştü sinirden. Suratının ne renk aldığı bile umursamıyordu artık. “Sen giyin istersen. Konuğumuzu ben ağırlarım” Bu son söz artık iyice sabrını taşırmış, Young Ji’nin damarına basmıştı deyim yerindeyse. Ayağa fırladı ve yumruklarını sıktı iyice. Kara bulutlar içine sıkıştırdı onun bencil kafasını ve kendini siyah kuşağını iyice sıkarken buldu o bulutun içinde. *Iyaaaa.. Hayt!* Kafasına gözüne her fırsatta vurmaya ve onu sersemletmeye başlamıştı. Akira Jun’un iki gözü de mosmor olmuş üzerindeki kıyafetler yırtık pırtık bir çuvala benzemeye başlamıştı. Yo’nun yumruk ve tekmelerine dayanamayan bu vücut aniden yere düştüğünde, ona kadar saydı onun başına geçip. Ama Akira Jun bir baş parmağını kaldırmayı becerebilmiş onu da son saniyede yere bırakmıştı halsizlikten. “Ve kazanan Kim Young Ji!” Halk sevinç çığlıklarıyla onun adını tekrar etti. “Young Ji! Young Ji!’ Young Ji!’”

    Bütün bunların hayal olduğunu anlaması saniyeleri bulmadı ve öfkesini yutarak üzerine uygun bir kıyafet seçmek için odasının yolunu tuttu en sonunda. Odasına girdiğinde kapıyı öyle bir hızla kapatmıştı ki, daire füze olup havaya uçacaktı sanki. Odasının kapısını kilitledi. Yatağına oturup karşısındaki aynaya baktı uzun uzun. Aynadaki yansımasıyla konuşmaya başladı sinirden. “Ne bakıyorsun bana öyle? Konuşamadığımı söyleyeceksin değil mi? Alay edeceksin benimle. Vur sen de vur! Bir sen eksiktin zaten.” Sinirden ne yaptığını bilemeyen Young Ji, susmayı tercih etti güç de olsa. Havlusunu çıkarıp iç çamaşırlarını geçirdi üzerine, diz üstü kısa kot pantolonunun üzerine, onun üzerine de askılı beyaz tişörtünü geçirdi. Tişörtünün üzeri İngilizce yazılarla kaplıydı. Zaten rüzgârla yeterince savaşmış ve yarı kurumuş olan saçını taramakla yetindi. Kapıyı açıp çıkmadan önce bu çocuğun nerde okuduğunu hala bilmediği geldi aklına. Bu kadar kolay rol yapabildiğine göre tiyatro gibi bir alanda öğrenim görmeliydi. Kendi evinde kendisini rezil etmesine izin veremezdi. “Yoksa… Başımıza bunları açan adam hakkında bir bilgi mi buldunuz?”

    Son anda onun konuşmasına rast gelmişti Young Ji, zaten giyinmesi uzun zamanını almamıştı. Akira’nın sanki kendi evindeymiş gibi rahat davranmasına bir türlü anlam verememekle birlikte cinleri tepesine geliyordu. Salonun gerisindeki masada bıraktığı telefon Korece “Açsana telefonu bebeğim! Annen arıyor!” uyarısıyla çalmaya başladı. Annesi ararken telefonun çalış sesi buydu, yine annesinin sesini kaydetmiş, zil sesi yapmıştı. O arar aramaz direk tanımış oluyordu böylece. Bu arada annesinin ona en çok ‘bebeğim’ diye seslendiğini evde bulunanlar da öğrenmiş oldu. Aslında sadece Korece bilen Akira Jun şahit olmuştu belki de. Anitcka’nın Korece bilip bilmediğine emin değildi henüz. Bu cırtlak sesin telefondan yayılmasına daha fazla izin vermeden hızlı adımlarla masaya doğru koşup telefonu kaptı. Minik bir öksürme anından sonra kendini hazır hissettiği anda telefonun kapağını açmak için bir hamle yaptı. Kulağına götürürken son derece yavaştı. İlk etapta biraz daha uzak tutmayı denedi kulağına. Bunu yapmasının sebebi, annesinin nedense telefonu açtığında ya da günlük hayat da dâhil ilk karşılaştığı kişilere bağırarak selam veriyor oluşuydu. “Anyong beybee, anyoong! Çarçineseyo! Young Ji Yobu!”* Young Ji suratını ekşiltti, aslında annesinin onu aramasına kızmamıştı, ama hiç de zamanında aramamıştı. ”Umma! Mi an ham ni da! Saroo hang ıl man e yo. Cayga!”* Annesinin en son ”Yobu, Yobu!”* çırpınışlarını duymadan kapattı telefonu. Akira Jun’un evde neden bu kadar uzun kalmaya karar verdiğini anlar gibi oldu onun son sorusunu tekrar gözden geçirerek. Young Ji’nin peşinde olduğu ve estetikle tıpkı kendisine benzeyen ve başına bu kadar çok işi açan herifi merak etmişti. Eh, biraz haklılık payı olsa dahi, Yo’nun gözünde Akira hala kendini bilmezin tekiydi. Salonundaki pofuduk koltuklardan birine rahatlıkla oturmak üzereyken usulca Akira’nın arkasına yaklaşıp sırtını cimcikledi. Ufak bir ah sesinin ardından kıkırdamamaya çalışarak onun çaprazındaki koltuğun kenarına bacaklarını üst üste birleştirip oturmayı tercih etti.

    ”Jun Lee! Seni kendini beğenmiş, adi! Ihm, her neyse, bu işin içine karışmaya çok hevesli gibi görünüyorsun. Tamam, o halde, daha deminki saçmalıklarını bir kenara bırakalım ve adam akıllı konuşmaya başlayalım şu işi." Son cümleyi söylemek onun için biraz zor olsa da başarmıştı işte. Gözlerini derin nefes verirken sağa sola devirdi. İçinde nedense kötü bir his vardı. Elindeki delil çantası olduğu her halinden belli olan çantasına baktı Anitcka’nın. Sözü ona bırakmanın vakti gelmiş de geçiyordu bile. Bir delil ya da ipucu bulduğu ortadaydı. Fakat Young Ji yine de içinde duyduğu garip kıpırtılara ve sezilere engel olamadan ayağa kalktı ve sanki görünmez hayaletleri izliyor gibi başını yavaşça salonun etrafında çevirmeye başladı. Kulak ve göz hafızasında oldukça iyi olan Young Ji sesler konusunda da çok hassastı. Altıncı hissinin de kuvvetli olmasını bu daha da güçlü kılan en büyük etkendi aslında. Kafasını toparlamak adına Anitchka’ya çevirdi bakışlarını. ”Söz sende! En baştan beri sende olmalıydı zaten. Babam hakkında bir ipucu buldun, öyle değil mi?” Tam sözünü bitirmişti ki gözü şans eseri bibloların bulunduğu aynalı büyük çekmeceli dolaba kaydı. Tam iki adım ötesinde duran dolabın üzerindeki bibloya yapışık halde duran siyah delikli parça ilgisini çekti. Ve doğruldu, bir adım ileri atılıp yaklaştı o şeye. Tam korktuğu başına gelmişti. Bir dinleme cihazıydı bu. Nasıl evine gizlice girip yerleştirmiş olabilirlerdi ki bunu. Kapıyı sabahtan beri aralık buldukları sırada, o andan istifade eve girip yapmış olabilirlerdi bunu. *Tabi ya…* Cihazı nasıl imha edebileceğini düşündü ve son anda aklına parlak bir fikir geldi. "Hey, sizce de burası çok ıslak olmaya başlamadı mı?” Elindeki cihazı son derece kımıldatmamaya çalışarak banyosunun yolunu tuttu şaşkın bakışlar altında ve dinleme cihazını klozetin içindeki suya atarak şifonu çekti. Başı dik bir halde salona döndüğünde, temiz iş yaptığını gösterircesine ellerini birbirine sürttü. ”Aslında burada konuşmamız doğru mu bilmiyorum, belki ikinci bir alet arayışına başlayabiliriz. Sabahtan beri kapı açıkmış ve o arada girmiş olmalılar.” Anitchka’ya kayan gözleri binlerce soru işaretiyle dolmuştu.

    *Hayır! Hayır! Bir dakika, sen ne yaptığını sanıyorsun, HA?
    *Merhaba bebeğim nasılsın? YoungJi Tatlım!
    *Anne! Özür dilerim, ama şimdi kapatmak zorundayım. Görüşürüz.
    *Tatlım! Tatlım!





Lee Yoon Ah
Lee Yoon Ah
Lütfen rütbe edininiz.
Lütfen rütbe edininiz.

Mesaj Sayısı : 4

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Lee Yoon Ah Empty Geri: Lee Yoon Ah

Mesaj tarafından Whong Min Jae Cuma Eyl. 14, 2012 11:25 pm

Ryu Yong Ah demiş ki:Öğrenci kurgusu seçiyorsanız. Anyang Lisesi ikesinlikle rol oyununuzda bulunmalı. Yani daha önce de belirttiğim gibi; Okuldaki ilk gününüz, sınava girişiniz, derslerden kaçışınız veya okulda gizlice verilen bir partide yaptıklarınız dahi olabilir. Ama okul olacak. Olay size kalmış.
Whong Min Jae
Whong Min Jae
III. Sınıf | Anyang Takım Oyuncusu
III. Sınıf | Anyang Takım Oyuncusu

Mesaj Sayısı : 15

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Lee Yoon Ah Empty Geri: Lee Yoon Ah

Mesaj tarafından Wang Mei Jia Cuma Eyl. 21, 2012 5:59 am

Zaman Aşımı Başlık Kilit. *-*
Wang Mei Jia
Wang Mei Jia
III. Sınıf | Aşçılık Kulübü Başkanı
III. Sınıf | Aşçılık Kulübü Başkanı

Mesaj Sayısı : 234
Lakap : Qiàn ~

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz